PISMA IZ ZAPORA, POSLANA MUNEVVER
Najlepše morje:
tisto, po katerem še nismo pluli.
Najlepši otrok:
tisti, ki še ni zrasel.
Najlepši dnevi:
tisti, ki jih še nismo doživeli.
In najlepša beseda, ki bi ti jo hotel reči:
nisem je še rekel ...
En güzel deniz:
henüz gidilmemiş olanıdır,
En güzel çocuk:
henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz:
henüz yaşamadiklarımız,
Ve sana söylemek istedigim en güzel söz:
henüz söylememiş olduğum sözdur...
Če bi mi prek cenjenih uradov gospoda Nurija, špediterja,
moje mesto, moj Istanbul, poslalo
zaboj cipres, zaboj z doto,
če bi ga jaz odprl tako, da bi slišal,
kako škrtne kovinska ključavnica...
Dva zavitka najbolj finega blaga
dva para srajc iz grobega bombaža
beli svileni robčki, ob robu izvezljani
sivkini cvetovi v svilenih mošnjičkih
in ti,
če bi od tam prišla ti
bi te postavil na rob postelje
bi ti pred stopala polegel svojo volčjo kožo
z nagnjeno glavo in sklenjenimi rokami bi stal pred teboj
in bi te gledal, radost moja, ves presunjen bi gledal
kako si lepa, moj bog, kako si lepa
zrak in vodo Istanbula nosiš v nasmehu
naslado mojega mesta v tvojem pogledu
oh, moja sultanka, moja gospa, če bi dovolila
in bi si tvoj suženj Nazim Hikmet to drznil
bi bilo tako, kot da bi na tvojih licih
dihal in poljubljal Istanbul
a bodi previdna
nikar mi ne reci “pridi bliže”
zdi se mi, da bi se, če bi se tvoja roka dotaknila moje,
mrtev zgrudil na tla
1944
Köprüden, emanetçi Nuri Efendiye verip
bir servi sandık yollasa bana memleketim İstanbul
bir gelin sandığı.
Çınnn! diye çıngırağını çınlatıp kapağını açsam :
“İki top şile bezi
iki çift bürümcük gömlek, kılaptan işlemeli mermerşahi mendiller,
Edirne sabunları,
tülbent torbalarda lavanta çiçeği,
ve SEN” çıksan içinden.
Yatağımın kenarına oturtsam seni,
kurt postumu ayaklarının altına yaysam
ve karşında elpençe divan durup
boyun büküp
vâlih ü hayran, baksam yüzüne.
Vay, anam, vay, ne kadar güzelsin.
Gülüşünde İstanbul’un âbuhavası,
İstanbul’un lezzeti bakışında.
A benim sultanım efendim, izin versen
ve cüret edebilse Nazım Hikmet kulun
koklayıp öpmüş gibi olacak yanağını İstanbul’un.
Fakat sakın
“Gel yanıma” deme bana.
Elim eline değse daynamam
şakkadak düşer betona
ölürüm gibime geliyor.
1944
V tej jesenski noči sem poln
tvojih besed, ljubljena,
večnih besed kot čas
kot snov
golih besed kot oči
težkih besed kot roka
bleščečih kot zvezde.
Iz tvojega srca,
iz tvojega razuma,
iz tvojega mesa
so prišle k meni;
tvoje besede,
- mati
- ženska
- prijateljica
so te pripeljale;
bile so žalostne, grenke, vesele, polne upanja, junaške,
bile so pravi ljudje.
1948
Bu geç vakit
bu sonbahar gecesinde
kelimelerinle doluyum;
zaman gibi, madde gibi ebedî,
göz gibi çıplak,
el gibi ağır
ve yıldızlar gibi pırıl pırıl
kelimeler.
Kelimelerin geldiler bana,
yüreğinden, kafandan, etindendiler.
Kelimelerin getirdiler seni,
onlar: ana,
onlar: kadın
ve yoldaş olan...
Mahzundular, acıydılar, sevinçli, umutlu, kahramandılar,
kelimelerin insandılar...
1948
Moje suženjstvo si in si moja svoboda
moje golo meso si, ki gori
v poletni noči.
moja domovina si
ti, z zelenimi lešnikovimi očmi
ti, velika, lepa in zmagovita
Moje hrepenenje si,
ki postane najbolj nedosegljivo prav v trenutku, ko ga dosežem...
1949
Sen esirliğim ve hürriyetimsin,
Çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin,
Sen memleketimsin.
Sen ela gözlerinde yeşil hareler,
Sen büyük, güzel ve muzaffer,
Ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan hasretimsin...
1949
Jutro
Zbudiš se.
Kje si?
Doma.
Nisi se še mogel navaditi:
da si doma,
ko se zbudiš.
To ti naredi
trinajst let zapora.
Kdo leži ob tebi?
Samota? Ne, tvoja žena je.
Spi s sklenjenimi dlanmi, kot angel.
Nosečnost ji pristaja.
Koliko je ura?
Osem.
Torej sva lahko mirna
do večera.
Ponavadi
policija ne vdira sredi belega dneva.
Uyanış
Uyandın,
nerdesin,
Evinde.
Alışamadın hala
uyanır uyanmaz
evinde olmaya.
On üç yıl hapiste kalmanın sersemliklerinden biri de bu
Yanında yatan kim?
yanlızlık değil, karın
Uyuyor melekler gibi mışıl mışıl
yaraştı hatuna gebelik
saat kaç?
sekiz
demek akşama kadar emniyettesiniz
çünkü teamüldendir
polis ev basmaz güpegündüz.
Ni srce
Ni srce, zaboga, sandal iz bivoljega usnja je
ki hodi, brez prestanka, hodi
ne da bi se strgal
hodi naprej
po kamnitih poteh.
Mimo Varne gre barka
“Hej, srebrni sinovi Črnega morja!”
barka drsi proti Bosforju
Nazim nežno poboža barko
in si opeče roke.
Varna, 1952
Yürek değil be, çarıkmış bu, manda gönünden,teper ha babam teper
paralanmaz
teper taşlı yolları.
Bir vapur geçer Varna önünden,
uy Karadeniz`in gümüş telleri,
bir vapur geçer Boğaz’a doğru.
Nazım usulcacık okşar vapuru,
yanar elleri.
Varna, 1952
Vera'ya
Bir ağaç var içimde
fidesini getirmişim güneşten.
Salınır yaprakları ateş balıklar gibi
yemişleri kuşlar gibi ötüşür.
Yolcular füzelerden
çoktan indi içimdeki yıldıza.
Düşümde işittiğim dille konuşuyorlar,
komuta, böbürlenme, yalvarıp yakarma yok.
İçimde ak bir yol var.
Karıncalar buğday taneleriyle
bayram çığlıklarıyla kamyonlar gelir geçer
ama yasak, geçemez cenaze arabası.
İçimde mis kokulu
kızıl bir gül gibi duruyor zaman.
Ama bugün cumaymış, yarın cumartesiymiş,
çoğum gitmiş de azım kalmış, umurumda değil.
Moskova, 1956
Za Vero
V meni je drevo
presajeno s sonca
njegovi listi nihajo kot ognjene ribe
njegovi sadovi pojejo kot slavčki
davno je že odkar so popotniki sestopili
z raket na planet ki je v meni
govorijo jezik ki sem ga slišal v sanjah
ni ukazov ni bahanja ni molitev
v meni je bela cesta
mravlje hodijo mimo z žitnimi zrni
kamioni vozijo mimo s prazničnim hrupom
le pogrebni voz tod ne sme, zanj je prepovedano
v meni čas ostaja
kot dišeča rdeča vrtnica
naj bo danes petek jutri sobota
naj je večji del mene minil in me je ostalo le malo
ni pomembno.
Moskva, 1956
In umre in se rodi z vso silo
drevo zvezda človek
virus intakodalje intakodalje
hrup topot
upanje melanholija
nostalgija
in se rodi in umre
s polno paro.
Moskva, 1958
Seviyorum seni ekmegi tuza banıp yer gibi
geceleyin ateşler içinde uyanarak
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,
ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz,
telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,
seviyorum seni denizi uçakla ilk defa geçer gibi.
İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık
içimde kımıldanan bir şeyler gibi,
seviyorum seni "Yaşıyoruz çok şükür!' der gibi.
Moskova, 1959
Ljubim te kot da bi jedel kruh in ga pomakal v sol
kot da bi se sredi noči zbudil vročičen
naslonil usta na pipo in pil
ljubim te kot da bi odpiral težek poštni paket
ne vem kaj je v njem in od koga je
poln veselja poln napetega vznemirjenja
ljubim te kot da bi z letalom prvič šel čez morje
ljubim te kot tisto kar se v meni premika
ko se mrak mehko spušča nad Istanbul
te ljubim kot da bi rekel, bog bodi hvaljen, živ sem.
Moskva, 1959
Ruhun, bir ırmaktır gülüm,
akar yukarda dağların arasından,
dağların arasından ovaya doğru,
ovaya doğru, ovaya kavuşamadan bir türlü,
bir türlü kavuşamadan uykusuna söğütlerin,
geniş köprü gözlerinin rahatlığına,
sazlıklara, yeşil başlı ördeklere,
düzlüklerin yumuşak kederine kavuşamadan,
kavuşamadan ay ışığındaki buğday tarlalarına,
ovaya doğru akar,
akar yukarıda dağların arasından,
bir yığılan bir dağılan bulutları sürükleyip,
geceleri iri iri yıldızları taşıyarak
dağbaşı yıldızlarını,
mavi güneşlerini de dağbaşı karlarının,
akar köpüklene köpüklene,
dibinde ak taşları kara taşlara karıştırıp,
akar akıntıya karşı yüzen balıklarıyla,
dönemeçlerde kuşkulu
uçurumlarda düşüp şahlanarak,
kendi uğultusuyla deli divane
akar yukarda dağların arasından,
dağların arasından ovaya doğru,
ovaya doğru, ovayı kovalayıp
ovaya kavuşamadan bir türlü.
Roma, 1961
Tvoja duša je reka, ljubezen moja
teče visoko med gorami
med gorami proti ravnici
proti ravnici ne da bi jo mogla doseči
ne da bi dosegla vrbe žalujke v spanju
mir velikih mostnih lokov
vodne rastline race z zelenimi glavami
ne da bi dosegla mehko žalost ravnega površja
ne da bi dosegla žitna polja v sijaju lune
teče proti ravnici
teče visoko med gorami
in za seboj vleče oblake ki se združujejo in ločujejo
ponoči s seboj nosi velike zvezde
zvezde z gorskih vrhov
Tudi modra sonca snegov na gorah
teče žuboreč in pri dnu meša črne kamne z belimi
teče s svojimi ribami ki plavajo proti toku
negotove na zavojih
se spušča v prepade se ovija z drevesi
nora od lastnega šuma
teče visoko med gorami
med gorami proti ravnini
proti ravnini in jo zasleduje
ne da bi jo mogla doseči.
Rim, 1960
Kadınım Brest'e kadar benimle geldi,
indi tirenden peronda kaldı,
ufaldı, ufaldı, ufaldı,
uçsuz bucaksız mavilikte buğday tanesi oldu,
sonra raylardan başka şey göremedim.
Sonra, Leh toprağından seslendi karşılık veremedim.
"Nerdesin gülüm, nerdesin?" diye soramadım,
"Yanıma gel!" dedi, yanına varamadım,
hiç durmayacakmış gibi gidiyordu tiren,
boğuluyordum kederden.
Sonra, kumlu toprakta kar parçaları çürüyordu,
sonra, birden anladım ki, kadınım beni görüyordu,
"Beni unuttun mu, beni unuttun mu?" diye soruyordu,
baharsa çamurlu çıplak ayaklarıyla gökyüzünde yürüyordu.
Sonra, yıldızlar inip kondu telgıraf tellerine,
karanlıksa yağmur gibi çarpıyordu tirene,
kadınım telgıraf direklerinin altında duruyordu,
koynumdaymış gibi de yüreği küt küt vuruyordu,
direkler gelip geçiyordu o kımıldanmıyordu yerinden,
hiç durmayacakmış gibi gidiyordu tiren
boğuluyordum kederden.
Sonra birden anladım ki, yıllardır, ama uzun yıllardır bu tirende yaşıyorum.
- ama, bunu nasıl, neden anladığıma hâlâ şaşıyorum -
ve hep aynı büyük, aynı umutlu türküyü söyleyerek
sevdiğim şehirlerle sevdiğim kadınlardan boyuna uzaklaşıyorum
ve hasretlerini etimin içinde işleyen bir yara gibi taşıyorum
ve bir yerlere yaklaşıyorum, bir yerlere yaklaşıyorum.
Varşova, 1960
Moja ljuba je šla z mano vse do Bresta
stopila je z vlaka ostala na peronu
postajala je vse manjša vse manjša vse manjša
žitno zrno v neskončni sinjini
dokler razen tirov nisem videl ničesar drugega več.
In potem me je klicala, a ji iz poljske dežele nisem mogel odgovoriti
nisem je mogel vprašati kje si, vrtnica moja, kje si
rekla mi je pridi a nisem mogel priti k njej
vlak je drvel kot da bi se ne smel nikoli več ustaviti
dušil sem se od žalosti.
In potem so se na zemlji začeli taliti kosi snega
in v trenutku sem vedel, da me moja ljuba vidi
da me sprašuje, še misliš name, še misliš name
medtem ko je pomlad z bosimi blatnimi stopali stopala čez nebo
in so se zvezde spuščale in počivale na telegrafskih žicah
in je mrak kot naliv pritiskal v vlak
moja ljuba je stala med telegrafskimi drogovi
njeno srce je bílo - dum dum - kot bi bila v mojem objemu
drogovi so se premikali in se oddaljevali, ona pa se ni ganila
vlak je drvel kot da bi se ne smel nikoli več ustaviti
dušil sem se od žalosti.
In potem sem spoznal, da sem leta že dolga leta v tem vlaku
a me še vedno osuplja, kako in zakaj sem to spoznal
in vedno se med petjem velike pesmi upanja
oddaljujem od mest, od ljubljenih žensk
spomin nanje nosim kot rano, ki se v mojem mesu ne bo nikoli zacelila
in vselej odhajam, da bi se nekje nečemu približal.
Varšava, 1960
Sen benim sarhoşluğumsun
ne ayıldım
ne ayılabilirim
ne ayılmak isterim
başım ağır
dizlerim parçalanmış
üstüm başım çamur içinde
yanıp sönen ışığına düşe kalka giderim.
Krakow, 1961
Moja pijanost si
moja pijanost še ni minila
ne vem, kako naj mine
nočem, da mine
moja glava je težka
moja kolena so potolčena
ves sem blaten
hodim proti tvoji luči ki
sveti in se ugaša
tipaje padam in se spet pobiram
Krakov, 1961
Ločenost
ločenost kot jeklen drog šviga skozi zrak
neprestano me tolče v obraz
opotekam se
bežim teče za menoj
ne morem pobegniti
kolena mi klecajo padam
ločenost ni čas ali oddaljenost
to je most med nama
finejši od svilene niti ostrejši od sablje
finejši od svilene niti ostrejši od sablje
ločenost je most med nama
tudi ko sediva eden ob drugem
6 junij 1960, Berlin
Ayrılık
Ayrılık, demir çubuk gibi sallanıyor havada
Çarpıyor yüzüme yüzüme
Sersemledim
Kaçıyorum ayrılık kovalıyor beni
Yolu yok elinden kurtulmanın
Dizlerim kesildi, yıkılacağım…
Ayrılık, zaman değil, yol değil;
Ayrılık, aramızda bir köprü…
Kıldan ince, kılıçtan keskin.
Kıldan ince, kılıçtan keskin;
Ayrılık, aramızda bir köprü.
Seninle diz dize otururken de…
6 Haziran 1960, Berlin.
O naju
vse, kar sem napisal o naju, je laž
ne, kar se je zgodilo, ampak kar sem želel, da bi se zgodilo
to so bile moje lakote, ki so visele s tvojih nedosežnih vej
moje žeje, ki so se vzpenjale iz vodnjaka mojih sanj
podobe, ki sem jih narisal na svetlobo
vse, kar sem napisal o naju, je resnica
tvoja lepota
hočem reči košara s sadjem ali piknik na travniku
moje pogrešanje tebe
hočem reči to, da sem zadnja ulična svetilka na zadnji mestni ulici
moje ljubosumje
hočem reči to, da zavezanih oči tečem med nočnimi vlaki
moja sreča
hočem reči od sonca zadeta, jez razdirajoča reka
vse, kar sem napisal o naju, je laž
vse, kar sem napisal o naju, je resnica
30. september 1960
Leipzig
Kako pada listje
v petdeset tisoč pesmih romanih intakodalje sem bral o listju, ki pada
v petdeset tisočih filmih sem gledal, kako pada
videl, kako so listi petdesettisočkrat padli
padli raznešeni zgnili
čutil, kako petdesettisočkrat mrtvi šelestijo
pod mojimi nogami v mojih rokah na mojih prstnih blazinicah
vendar me še vedno gane, kako pada listje
še posebej listje na bulevarjih
še posebej kostanjevo listje
in če so kje blizu otroci
in če sije sonce
in imam kaj dobrega reči prijatelju
še posebej, če me srce ne boli
in verjamem, da me moja ljubljena ljubi
še posebej, če je dan, ko se glede ljudi počutim dobro
me listje, ki pada, gane
še posebej listje na bulevarjih
še posebej kostanjevo listje
6. september 1961, Leipzig
Yaprak Dökümü
elli bin şiir roman filân okudum yaprak dökümünü anlatır
elli bin filim seyrettim yaprakların dökümünü gösterir
elli bin kere gördüm yaprak dökümünü
düşüşlerini sürünüşlerini çürüyüşlerini yaprakların
elli bin kere duydum ölü hışırtılarını kunduramın altında
avucumda ve parmaklarımın ucunda
ama yaprak dökümüne rastlamak yine de burar içimi
hele bulvarlarda yaprak dökümüne
hele kestaneyseler
hele çocuklar geçiyorsa oralardan
hele güneşliyse hava
hele iyi bir haber almışsam o gün dostluk üstüne
hele o gün sancımıyorsa yüreğim
hele sevdiğimin beni sevdiğine inanıyorsam o gün
hele o gün insanlarla ve kendimle aram iyiyse yaprak
dökümüne rastlamak burar içimi
hele bulvarlarla yaprak dökümüne
hele kestaneyseler.
6. Eylül'61 Laypzig
Navajam se biti star
Navajam se biti star,
to je najtežja umetnost na svetu -
da še poslednjič trkam na vrata,
neskončna ločenost.
Ure tečejo in tečejo in tečejo...
Hočem razumeti za ceno tega, da neham verjeti.
Nekaj sem ti hotel povedati, pa nisem mogel.
Svet ima okus po prvi jutranji cigareti:
smrt mi je najprej poslala svojo osamljenost.
Zavidam tistim, ki se sploh ne zavedajo, da postajajo stari,
tako so zakopani v svoje delo.
12. januar 1963
Za Vero
pridi je rekla
ostani je rekla
nasmehni se je rekla
umri je rekla
prišel sem
ostal sem
nasmehnil sem se
umrl sem
Vera'ya
Gelsene dedi bana
Kalsana dedi bana
Gülsene dedi bana
Ölsene dedi bana
Geldim
Kaldım
Güldüm
Öldüm
Nazim Ran Hikmet (Istanbul, 1902)
Prevedli Ana Beguš in Gyuldzhan Hasan
Poezija v prevodu 2021.